Sadece profesyonel alanda değil, aynı zamanda sosyal yaşamda da işlerin arzu edilen şekilde yapılmasının sağlanması için diğer insanların muhtelif araç ve yöntemlerle etki altına alınmalarına, organize edilmelerine, yönlendirilmelerine, motive ve kontrol edilmelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Sayılan bu faaliyetler yönetimin özünü oluşturmaktadır. Elbette amaçlara ulaşmak için seçilen yollar ve yöntemler bireylerin kişilik yapılarına da bağlıdır. Kişiliğimiz diğer etkenlerle birlikte seçimlerimizi etkilemekte, bireysel farklılıklara neden olmakta ve anlaşmazlık zemininin oluşmasına yol açabilmektedir. Biraz da bunun sonucu olarak iş yaşamında sıklıkla narsist, psikopat veya entrikacı olarak nitelendirilen kişilerle karşılaşmaktayız. Bu tanımlamalar bizlerin sübjektif yargılarına göre şekillenmekle birlikte -ki söz konusu sübjektif yargılar çoğunlukla söz konusu kişilerin bizlerin amaçlarımıza ulaşmamıza ne kadar engel olduklarına veya çıkarlarımızı ne kadar olumsuz etkilediklerine bağlı olarak belirlenmektedir- aslında bilimsel bir gerçeklik de içermektedir.
Narsisizm, Psikopati ve Makyavelizmden oluşan karanlık üçlü kavramı ilk olarak Paulhus ve Williams’ın 2002 yılı çalışmasında ortaya konulmuştur. Kavram rahatsız edici olmakla birlikte hayatın normal akışının sürdürülmesini engellemeyecek düzeyde işlevselliğe imkân verecek miktarda bulunan kişilik özelliklerini ifade etmektedir. Yani özellikler bireyde bulunmakla birlikte klinik bir tablo söz konusu olmadığından aramızda yaşamaya devam edebilmektedirler. Karanlık üçlü özellikleri genelde olumsuz olarak değerlendirilmekle birlikte çekicilik, liderlik, kendine güven, izlenim yönetimi becerileri gibi unsurlarla ilişkili olduklarından (Ames, 2009; Paunonen vd., 2006) işe alınma, örgüt hiyerarşisinde üst konumlara yükselme gibi başarı göstergeleri bakımından kişilere avantaj sağlayabilmektedir.
Karanlık üçlü özelliklerinden narsisizm, bireyin kendini aşırı sevmesi, güçlü bir beğenilme arzusuna sahip olması, empati yoksunluğu, diğer insanları önemsiz olarak nitelemesi gibi özellikler ile kendini gösteren bir yapıdır (Geçtan, 2010). Narsisizmin literatürde normal ve patolojik olmak üzere iki açıdan ele alındığı görülmektedir. Normal narsisizmde birey kendisine değer ve önem verir, başkalarının kendisi hakkındaki geri bildirimlerinin etkileri düşük düzeydedir (Rozenblatt, 2002). Patolojik narsisizmde ise birey diğerlerinin geri bildirimine aşırı ihtiyaç duyar, bununla birlikte önemsemez ve özgüvenli bir tutum takınmayı tercih eder (Kernberg, 1975). Literatürde narsisizmin bir dereceye kadar sağlıklı olduğu, kişinin gelişimi, özgüven sahibi olması, kendini ifade edebilmesi, sosyal yapı içinde üst basamaklara yükselme, örgütsel hiyerarşi içinde daha üst makamlara ulaşma motivasyonuna sahip olması bakımlarından ön koşul olarak görülebileceği ifade edilmektedir (Campbell ve diğerleri, 2000). Diğer yandan narsisizmi yaşamı sürdürmek için gerekli olarak niteleyen ancak tehlikeli boyutlara ulaşmaması için, denetleyici öğelere ihtiyaç duyulan bir kavram olarak tanımlayan çalışmalar da bulunmaktadır (Cihangiroğlu ve diğerleri, 2015). Bu çalışmalar normal narsisizm nesnesinin kişinin çabaları sonucu ortaya çıkan bir şey olduğuna ve çeşitli unsurlar tarafından dengelendiğine işaret etmektedir. Böyle bir durumda, eser onun oluşum gerçekliği ile bağlantılı olacağından, denetim sağlanacaktır. Sağlıksız narsisizmde ise, nesne kişinin çabaları sonucu yaptığı veya oluşturduğu bir şey değil, sahip olduğu bir şeydir. Güzellik, zenginlik, sahip olunan şeyler sağlıksız narsisizm nesnesi olarak işlev görebilecektir. Bu tür narsisizmde dengeleyici unsur eksikliği nedeniyle, kişinin kendisine sınır koyması konusunda güçlük çekilebilir.
Diğer taraftan, Makyavelizm kavramı 1500’lü yıllarda İtalya’da hüküm süren Medici ailesi için yazdığı “Prens – Il Principe” isimli kitap ile tanınan politik danışman Niccolo Machiavelli’nin ilke ve tavsiyelerine atfen isimlendirilmiştir. Makyavelist düşünce tarzı “amaca ulaşan her yol mubahtır” ve “amaçlar araçları haklı çıkarır” ifadeleri ile özetlenebilir. Makyavelist yaklaşım pragmatik, şüpheci, ahlaki ilkelere önem vermeyen, çıkarcı, soğuk, stratejik, hesapçı, aldatıcı, manipüle edici özellikler içermektedir (Christie ve Geis, 1970; Jakobwitz ve Egan, 2006).
Cleckley (1988) ve Hare (2003) tarafından kavramsallaştırılan psikopatinin ise birincil ve ikincil biçimleri bulunmaktadır. Birincil formun, bencillik, pişmanlık duymama, yüzeysel çekicilik, sömürücülük gibi özelliklere sahip olduğu, ikincil formun ise anti sosyal hayat tarzı ve davranışlar içerdiği görülmektedir (Furtner vd., 2011). Araştırmalar yapının yüksek düzeyde dürtüsellik, heyecan arayışı, düşük empati ve kaygı, ahlak dışı davranma eğilimi, vicdan azabı çekmeme, insanları küçümseme vb. özellikleri barındırdığını göstermektedir (Paulhus ve Williams, 2002; Özsoy ve Ardıç, 2017).