Koltuğa gücünü verenler diye yaklaşık 10 yıldır anlattığım Liderlik Becerileri seminerleri var. Fikrin önermesi ise şu; size verilen kartvizitin gücüyle değil, sizin gücünüz ile çalışan pozisyonları inisiyatif alarak ve proaktif olarak yürütmek. Masanıza vizyon katmak. Bu konunun üzerine zamanla Harward Üniversitesi’nin geliştirdiği Liderlik yaklaşımlarından gayriresmi otoriteyi de ekledik. Son iki yıldır da yeni kitabımın çalışmalarıyla birlikte başka bir önerme üzerinden araştırmalar aynı alana eklendi.
İŞİNİ YAPARKEN DEVLEŞENLER kimlerin arasından çıkar?
Sevdiği işi yapanlar?
Yaptığı işi sevenler?
Sabah kendini yataktan kaldıracak sebebi bulmuş olanlar?
Bu listeye, sebeplerin ötesine geçerek ‘faaliyette olmak, öncelikli derdi bir iş yapmak olanlar’ maddesini ekliyorum.
Öğrenmeyi öğrenmek mantığında bir yaklaşımdan bahsediyorum esasen.
“ Değişen şart ve koşullarda, sadece kendisinden bekleneni değil günün gerektirdiği 360 derece ihtiyacı gören ve harekete geçenler.
“ Her ne iş yapıyorsa yapsın, üretim tutkusuyla o işle dans edenler.
“ İşi amacına erdirmek için egosu ile değil bitirme heyecanıyla hiç durmadan faaliyet gösterenler.
“ Kayanın içindeki heykeli görüp bir hayalin peşinde yük kaldıranlar.
“ Hayale ulaşırken kendinin en iyi versiyonuna yine kendini yontarak ulaşacağının farkında olanlar.
“ Sonuç elbette önemli ancak süreçten aldığı zevkle beklenenin ötesinde sonuçlar yaratanlar.
Böyle insanları biraz gözlemleyince hemen tanıyabiliriz, emareleri ortadadır. İlla ki çok üst pozisyonlarda çalışmalarına da gerek yoktur. Öyle bir asistanlık yapar ki misal, yöneticisinin hayatı kolaylaşır etkisi bütün işlere yansır. Öyle bir CEO’dur ki, işini sosyal sorumluluk faaliyetleriyle topluma hizmet ederek taçlandırır.
Öyle bir muhasebe uzmanıdır ki, zenginleştirdiği çalışmalarıyla geleceğin finansal danışmanını yakalar kendi içinde. Özetle yaptığı işin pozisyon değerinden önce içeriğiyle ilgilenir. Onları para ve kartvizit motivasyonuyla sadece oyalayabilirsiniz ancak tutamazsınız. Jenerasyonları harflerle sınırlandırmayı sevmiyorum çünkü her devrin bir ‘zamane’ gençliği var. Bu dönemin zamane gençliğinin de yaptığı işte anlam duygusunu yakalamak olduğunu biliyoruz. Kendilerini ortaya koymaya alan açtığımızda staj dönemindeyken bile ‘DEV’leşebildiğini görüyoruz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bir zamane genciydi. Hedefi bir unvan sahibi olmak olsaydı bugün memleketimiz diye bir yer olmayacaktı. O yaptıklarıyla ‘DEV’leşti. Küçücük bir öğrenciyken de, subay olduğu dönemde de, başkomutan olduğunda da…
Liderlik, Atatürk’ün de önüne ünvanlarla tepside sunulan bir mevkii olmadı. Naçiz vücudu gitti fikirleri ise geliştirmeye açık bir şekilde bizlerle kaldı. Kişilerin değil, fikirlerin liderlik ettiği bir yolu bize açtı.
Anonim bir söz var; “Hayat 5 gün sıkılmak, 2 gün mutlu olmaya çalışmak için çok kısa değil mi?” diye..Yaptığı işi devleşerek yapanlar bu denklemi tümden değiştirmezler mi sizce de?